‘En büyük savunma aptallıktır!’ bazen mesleğimin inceliklerini, işimin gerekliliğini düşünür ya da sorgularken bulurum kendimi. Çıkarımım genelde karamsarcadır. Ne kadar değersizleştirildiğini ve sanki karşımdaki aptalca ve hiç yere yokken bilimsel ifadelerden uzak, keza psikolojiyi bilim olarak görmeyen bir tabakada çalışırken bu durumlara rastlamak mümkün, ‘ben bilirim havası, yarı psikolog havası’ çokça rastladığım zamanlar, ben ne yapıyorum duygusuna kapılıyorum. Anlıyorum ki nasıl demokrasi, hürriyet, bize tabakadan değil, tavandan gelip, işletilmeye, içselleştirmeye çalışıldıysa da işe yaramadı ve her daim belli hegemonyaların kontrolünde kaldı. Psikoloji bilimi de böyle. Belli bir azınlığın, millet beni alışverişte görsün edasından henüz çok fazla ileri gidemedikanaatindeyim. Belki bir on seneye göre ilerledi. Anlam yükleyen genç bir nesil oldu ancak seksen milyon ülkenin içsel dünyasına yerleşmesi çok uzun zaman alacak gibi görünüyor. İlk mezun yıllarımda öyle miydi? Ne heyecan, ne telaş ve aşk! Bir sene de aldığım sertifikayı, eğitimi, 10 senede almadım. Böyle bir hırs yok, böyle bir çaba azim, bebeğin adım atmak için kıçı üstüne düşüşüyle sonuçlansa da ortalama 600 kere tekrar denermiş. Bendeki de o hesap çaba, anlama, çalışma ve dünyayı değiştirme umutları… Sanıyorum ki öğrendiğim şeyleri yaşayacağım; yaşadığım şeyleri öğreneceğim değil!Ne büyük aptallık, şimdi anlıyorum ki kendimi değiştirmeden, anlam çabasını önce bedenime aklıma gönlüme döndürmeden ne ben iyi bir psikolog olurum ne de birine faydalı olurum.

İlk mezuniyetimde gece gündüz çalışıyordum, her dokunduğum çalıştığım kişiyi değiştirmeye, geliştirmeye çalışıyordum, anlamayanı ya da değişime açık olmayanı içimden aptallıkla suçluyordum; nasıl görmez bunu nasıl anlamaz dediğimi gibi… Kitapların sayfalarında insanı anlamanın püf noktaları, değişimi uyandıracak altın harfler varmış ve ben bir kaşif gibi ya da cerrahın bedende bozuk hücreyi araması gibi arıyordum arıyordum… Ne de olsa Hacettepeliydim ve ben hocalarımdan aldığım düstürle, verilen eğitimle farklıydım! Hiç de bir fark yok, o okul bu okul değil bence manidar olan! Şimdi anladığım şey şu; önce sen anlayacaksın ne isteyip istemediğini, ne olup olmadığını, bunu Van’ın bir köyünde de İtalya’nın Roma’sında da yapabilirsin mekan yer değil maksat, içgörü önemli olan! Keza sevdiğim okulumda iki hocam vardı, birisi daha yaşlıca ve notları eskiydi. Okuduğu sayfalar sararmıştı, sanki geçmiş zamanlardan gelmiş, biraz sonra geldiği yere dönecek hissi uyanırdı. Uykum gelir ne dediğini belli belirsiz anlamaya çalışır ve sönük bir ışık hissiyatında kalırdım. Ancak diğeri öyle mi, bu ne cebbarlık, ne külhanbeylik! Sınıfı estirirdi; hep çıkarımları, hep dürtmeleriyle meşhurdu, herkesi bir şekilde dahil ederdi ve öğretmez yaşatırdı bize. Hala sevgiyle anarım ve derim ki; öğrendiklerimden bir şey var; yaşamazsan öğrendiklerin çöp olur ve farkı anlamazsın! Öğrendiklerim yaşamın girdileri ama çıktıları değil! Örnek verecek olursam; sürücülüğü öğrendim, kuralları, arabayı kaldırmayı, vitesi. Ama İstanbul’da çoğunlukla öğrendiğim gibi değil yaşadığım gibi sürüyorum. Maalesef ki örnek olayım, doğru dürüst kullanayım, olmuyor çoğunlukla, ‘uyanıkça, hızlıca’ sürüyorum ki İstanbul’un altında kalmamayım. Artık mesleğimin ilk yıllarında değilim arabaya ilk kez binmiyorum ve terapi seanslarımda ilk yıllara göre artık farklı; ‘hımm, anlamaya çalışıyorumlar’ bitiyor! Etik kelimesi azalıyor, çünkü etik kitabın 52 inci sayfasında kalıyor. Babayı sallamak, anneyi depresyondan çıkarmak, kendine gel; çocuk elden gidiyor demek gerekiyor! Bunu da öğretmiyor kitaplar; saygı, sevgi, eşitlik bilmem ne! Hayatın içindekiyle öğrendiğim değerler arasındaki uçurum giderek büyüyor; insanın içindeki o nevrotik çekirdek gibi! Artan saldırganlık, taciz, şiddet, savaş, kin, nefret bunu gösteriyor. Yaşamın içindeyken ben değişiyorum, sabit tepki veremem ki, ya da bunu mu demek istediniz le zaman kaybedemem ki! Tabi ki kendimi olduğu kadar karşımdaki ni de sallamam gerekiyor yoksa biz de eskiyeceğiz ve eskimeyen olamayacağız! Bu yazdıklarım belki kitaplardaki sayfaları ya da öğrendiklerimi değersizleştiriyor algısı yaratabilir ancak bn böyle düşünmüyorum; bilakis şu an okumadığım kadar okumaya aç, öğrenmediğim kadar öğrenmeye açım, vahşi ama biraz kart kurtum. Çünkü artık neyi öğrenirsem uygularım bilincindeyim, herşeyi değil anlamlıyı ve içsel dünyamı anlamayı sağlayacak kitap ve ders öğreniyorum. Keza o derslerden birisi bu ve kendime döndüren, hastalığımı gözden geçirmemi sağlayan, sadece öğrendiklerimi değil yaşadıklarımı da düşündürten psikosomatik dersi…

Yıllar öncesinde, mezuniyetimin ilk yıllarında, Kdz Ereğli TED Kolejinde çalışıyordum. İşim aşkım,  hayata yüklediğim anlamdı. Çok çalışıyor, her şeyi değiştirmeye uğraşıyor, herkesi ben istersem ‘düzeltebilirim’ kibrine kapılıyordum. O dönemde birlikte çalıştığım, yaşça emekliliğe yakın bir öğretmen, söylediklerimi küçümsüyor, benim yaptıklarımı ya da yapacaklarımı tecrübesizliğime daha doğrusu yeni olan mezuniyetime bağlıyordu. Motivem oldukça düşüyor, yanında olmak ya da sohbet etmek istemiyordum. Öğrendiklerimi anlatsam da değişmiyordu. Çünkü öğrendiklerim kitaptandı, yaşamadan değil. Evet, kitabın sayfalarını hayata uyarlayamazsın ama hayatını kitaba aktarırsın, duygunu, arzunu, hayalini yazarsın ve seni tecrübelendiren geçen seneler değil, içinde ne kadar kaldığın, yaşamı ne kadar yaşadığın demek isterdim. Onun geçiyordu yılları, benimde; ben ‘öğrenme’–değiştirme- aşkıyla, o gün sayarak geçiriyordu. Şimdi düşünüyorum da ne benim okuduğum kitaplar ne de onun geçirdiği yıllar; değişime adapte! Önce ne anlıyorum okuduğumdan ne yaşıyorum hayattan, ona bakıp anlamalı, neye ihtiyacım var önce benim keşfetmem gerekiyor savındayım. Faydalı olacaksam, kitaptaki öğretiye değil, kitabın aktarımındaki hisse, bende ne uyandırdığında, şuanda, şu gerçekte neye uyarlanabileceğine bakmam lazım.

Öğrendiğim, bana öğretilen, kolaya geçen, anladığını anlatan yani öğretmeye geçen kişi anladığı kadarını anlatıyor ya da kitapta yazıyor. Ne hissediyor, ne kadar içselleştiriyor ne kadar benimsiyor ona kalmış. Ya da deney veya araştırma; bilimsel ortam diyoruz. Objekte diyoruz ancak insanın girdiği yere duygu, his, an giriyor ve yorumlayış değişiyor. Benim okuduğumu farklı anlamam ya da öğretilen şeyde hangi noktayı daha iyi dinlediğim, bana yani hissime kalıyor. O da öğrendiğimden farklı olana kayıyor. Hayatla kitap uyuşmuyor ya da öğretilen, çünkü o kadar sapma oluyor ki yazan ne diyor, ben ne diyorum, karşımdaki ne anlıyor, çokça diyorum.

 

Tıpsal Psikoloji

<İnsanın en büyük akılsızlığı karşısındakini kendinden akılsız sanmasıdır >

Prof. Dr. Günsel Koptagel-İlal’ın kitabının önsözünde yer alan bu söz kalbime işledi, bu sınavın can alıcı kısmına döndü, periyodik olarak söylüyorum, duygusu olan adam profesyonel olamaz, ya bastırır, ya yansıtır ama vardır illa ki duygusu ve her alanına, bedeninin her köşesine sirayet eder duygusu. İşte bu duygulardan hareketle söylene bilinir ki tıpsal psikoloji; hayatın özüdür, güneşle ayın senkronizesi, geceyle gündüzün bütünüdür, bedenimle ruhumun içselliği gibi. Belki kaba tabir ama yumurta tavuk hikâyesinde gizlidir; yumurtadan mı çıktı tavuktan mı; sonuçta vardır ve anlaşılır ki birlikte bir bütündür ve tıbbın olmazsa olmazıdır psikoloji. Onun ona uyarlanmasıdır ve kaynaşması.

Psikoloji insan davranışlarını inceler kadar genel geçer basite indirilebilecek bir tabir yok bana kalırsa. Bunu okuyan her Türkün ben davranışı biliyorum o zaman psikolog sayılırım edasıyla yaklaşması bundandır. Herhalde yapılacak en iyi şey; psikolojinin tanımını tekrar yapılandırmak ya da davranışın daha doğrusu davranışa yol açan duygunun o kadar kolay anlaşılmadığını insanoğluna öğretmektir. Öyle ki, var olan duygular, provoke eden unsurlar, tetikleyen etmenler, duygusal afekti o kadar etkiliyor ki beni hasta edebiliyor. Bu da fizyolojimi, bedenimi, otonom sistemimi etkiliyor.

Psikosomatik dersinin sunum kısmında, deri hastalıkları ve psikosomatiğin bir bölümünü anlattım; aslında daha çok kendimden bahsettim. Çünkü benim de bir deri ve iltihap hastalığım var, sedefin eşlik ettiğiankilozanspondilit hastalığı. Ben bu dersle daha iyi anlıyorum hastalığımın etiyolojisini. Mesleğimin ‘çöp kutusu ’nu uyandıran yanını yani gelenin içindeki bütün agresyonu boşaltıp gidişini izlemenin yanı sıra bıraktığı çuval ağırlığını taşımaktan hasta oldum. Çünkü küçüklüğüm, ilk çocukluğum, harikaydı, prens değil kraldım, ergenliğimde ise, ırgat. Çalışan, okuyan ama Günyüzü göremeyendim. Kastım, gençlik dönemimin yaşanamayan gelişim özelliklerinin bir kısmı. Hani gençlik ve delikanlılık. Ben o dönem daha çok sorun çözen ve ailesinin babalığına soyulandım, evde bir baba olmasına rağmen. İşte bu alışageldik yük taşıma fonksiyonu mesleğime riayet etti ve her gelenin yükünü omuzlarımda hissettim, bir süre sonra da belimi hissetmedim. İşin ilginci bu dersi yorumlayamayan almayan kişilerle görüştüm, muayene oldum, anlamadan dinlemeden, bel fıtığı diyen de oldu, mesleğindendir, sorun yok sende, diyen de. Böyle geçen zamanla hastalığım arttı, kıpırdanamaz oldum ve gerçek manada anemnez alan ve beni anlamaya çalışan bir doktor yani hakkıyla tıbbın psikolojisini bilen biri bir zaman sonra teşhisi koydu. İlaç yazdı, önerilerde bulundu ama ne iğneler ne öneriler yeterli geldi. Yeterli değildi, çünkü dinlemedim ne kendimi, ne öğrendiklerimi, ne anladığımı zamanla anlamaya başladım hatta belki şımarıkça ama şuana kadar geçmişi, dersleri, aldığım eğitimleri bu kadar düşünmediğimi fark ediyorum yazarken. Yerli Kızılderililer, gölgelerinin yetişmesi için biraz beklerlermiş. Şimdi işte anlıyorum ki biraz bekleyip duygularım bedenime yetişsin, ikisi senkroze çalışsın, eş güdümlü olsun. Akıllı olmak için okumak, olgun olmak için duygularını fark etmek ikisini de taşıyabilmek için biraz ‘yaşamak’ gerekiyor sanırım.

Not: Bu belki gelişigüzel ama doğru ve açık yazıyı yazarken doğrudan bir kayaktan yaralanmadım amaGünsel Koptagel Hocanın Tıpsal Psikoloji kitabı, Murat Dokur Hocanın Aile dinamikleri ve sistemsel yaklaşımı, Nevin Dölek Hocanın Çözüm Odaklı Terapisi ve kendisi, Lisans Hocam Filiz Bilge, Kadir Özer Hocamın hayat psikanaliz değil deyişleri J gibi daha nice Hoca ve yaklaşım ile Siz değerli Hocam Mansur Bey ve hastalığımı düşünmeye sefk edişi, bana katkıları, cümlelerime ve hislerime tercümandır. Sizin nezdinizde bütün hocaların yüreğine sağlık.

Saygılarımla